Sosyal izolasyon sebebi ile arkadaÅŸlarımla buluÅŸamayınca aynı anda aynı filmi açıp film bitince de birbirimizle konferans yaparak film üzerine bir saati aÅŸkın film üzerine konuÅŸtuk , çok güzel oldu . Sonra dedim ki niye bunu toplu bir etkinlik olarak yapmıyoruz , herkes aynı saatte aynı filmi izleyecek ve film bitince de instagramdan canlı yayın yapıp film üzerine konuÅŸacağız . Katılmak isteyen herkesi bekliyorum , hiçbir ÅŸey yazmasanız da olur , önemli olan ÅŸu günlerde moralimizi yükseltmek ve beraber bir ÅŸeyler yapmak . Her gün yapmak istiyorum , tabi eÄŸer bir aksilik çıkmazsa , instagramda storylerden güncel olarak haber vereceÄŸim - son dakika deÄŸiÅŸiklikleri olabilir - bu yüzden oradan takip ederseniz daha kolay olur haberleÅŸmemiz , instam da Saltcik . Ä°lk filmimiz , Wolf Children , bugün dokuzda izleyeceÄŸiz ve bitince de hep birlikte konuÅŸacağız inÅŸallah , ÅŸimdiden iyi seyirler ❤ .
2020 … Bu yıla girerken hedefimin haftada bir yazı yazmak olması ironisi haahhaha . Bütün olan olaylar , gündemler varken yazmak hiç içimden gelmedi maalesef ve iÄŸrenç bir kısır döngü içinde elim klavyeye bile gitmedi . Ta ki arkideÅŸim Kübra Nur , bana şöyle bir film izledim çok iyi , sırf bunun için blog açıp yazarım diyene dek , tabi bende ampuller yandı bedava yazı fırsatı yakaladım diye , nolarsın bana yaz diye yalvardım , bir saat sonra da bana yazısını hazırlayıp gönderdi , yani bundan hızlısı THY , ben sadece ÅŸu giriÅŸi yazıp gif koymak için oturduÄŸum halde kaç saat oldu oyalanıp duruyorum , yazıklar olsun . Bu sayede ilk misafir yazarımı da almış oldum , yakın arkideÅŸimin yazması benim için ayrı bir mutluluk ,arkadaşım diye demiyorum ama kalemi , düşünce dünyası çok güzeldir Kübra'nın , zaten sürekli sende yazsana , çok güzel yazıyorsun desem de pek ikna edebildiÄŸim söylenemez , belki sizde bir iki sıkıştırma yaparsanız bu blog dünyasına güçlü bir kalem kazandırırız . Son olarak , yeniden Kübra Nur 'a çokça tiÅŸikkir ediyor -resmen hayatımı kurtardı ahahaha - ve ben artık çekilip Kübra'nın enfes yazısı ile baÅŸbaÅŸa bırakıyorum .
Selamlar, selamlar, selamlar..
Bir misafir olarak edebimle girer yazımı yazar ve çıkarım. Değerli arkadaşcığıma bana bu tertemiz bloga kapılarını açtığı için teşekkür eder falan böyle..
Neyse giriş kısmı hep en zorudur Saltcik uygun görmezse siler .. Çünkü boynumuz kıldan incedir ev sahibemize. Değerlimiss.
Belki de ağlanacak halimize kâh güldüğümüz, kâh endişe duyduğumuz garip(!) bir zamandan geçiyoruz. Evlerimizde kendimizle vakit geçirmekten sıkıldığımız vakitlerde "ne yapsak?" telaşesi ile kitap okuyor, film izliyor, ailemizle daha çok sohbet ederken buluyoruz kendimizi. Hepimiz kültürlü bireyler olarak alnımızın limon kolonyalı akıyla çıkacağızdır diye ümit ediyorum.
Ve çok uzattığımın bilincinde olarak filme geçiyorum.
2007 yapımı bir İspanyol filmi olmakla ve yönetmeni Guillermo del Toro'dur. Suyun Sesi ( The Shape of Water) ile de tanıdığımız Oscar ödüllü bir yönetmendir.
Pan'ın Labirenti filmiylede,
-En iyi görüntü yönetmeni Oscarı
-En iyi yapım tasarımı Oscarı
Ödüllerini kazanmıştır.
Hadi buradan başlayalım, görüntü ve tasarım.
Benim en çok hoşuma giden "büyülü" canavarların bilgisayar yapımı olmamasıydı. Tamam belki biraz oynama vardı tabi ki ama kostüm giymiş oyuncuların sergiledikleri performansı es geçmek istemem. Çünkü çok cesaretli bir hareket ve hiç de gözleri kanatmıyor.
Pan'ın yarı keçi yarı insanımsı tasarımı güzeldi de o ellerinde gözleri olan varlığın tasarımı neydi öyle yaa.. Harikaydı.. Harika. Çok ürkütücü ve EVET yaa işte böyle tasarlanır canavar, dedirtti.
Ödülleri haketmiş ve ince ince işlenmiş düşünülmüş bir film, soğan katmanları gibi soydukça bir yenisi çıkıyor.
Ana tema müziği baya iyiydi ve sanırım bir kaç gün mırıldanacağım istemsiz. Çok içine çekiyor ki zaten müzik atmosfere girmeni sağlayan yegane temel unsurlardandır. Bu filmde bu unsur da kaliteli.
Bu İspanyol baş yapıtı filmin kısa bir özetini yapıp katmanları soymaya başlayacağım kendimce.
Bir peri masalı ile başlıyoruz..
Peri masalımızın prensesi sarayından kaçmış ve hatıralarını kaybetmiş bir fani olarak kendini dünyada buluyor..
İspanyol iç savaşından sonrası; küçük bir dağ köyüne, gerillaları yok etmek için kurulan bir kampa gelmemizle devam ediyor hikaye, komutanın oğluna hamile bir kadın ve kızı bu savaşın içindeki kampta yaşamaya çalışıyorlar...
Savaşın dehşetleri, siyasi göndermeler, büyülü bir peri masalı ve prenses. İşkenceler, ihanetler... Karanlık bir asır.
Çok birbiriyle çelişen konu başlıkları saydım gibi gelebilir ama bir de filmi izleyin derim.
Gerçekten.
Filmi izleyin.
Ve sonra şimdi yazacaklarımı okuyun.
Filmi izlemiş olanlar içindir bu bölüm.
Ne film izledik bee arkadaÅŸlar....
Bir yandan Ofelia'nin dünyası bir yandan savaşın dehşeti ve birbirine karışan boyutlar..
Hangisi gerçek çözmeye çalıştım durdum film boyunca. Ya büyülü dünya yalan olacaktı ya da bu dünya.. Fakat ikisi de gerçek çıktı. ( Mı?)
Film boyunca iki taraf da birbiriyle alakalı ilerledi.
Ofelia'nın perileri görmesi ve onları annesine söylediğinde aldığı cevap hepimizin bir dönemini kapatıp, başka bir dönemini açmıştır eminim,
"Onlara inanma yaşını geçmedin mi sence de?"
Komutanın sert ve psikopat tavırları filmin korku hattını yürütürken, gerillalara yardım edenlerin yakalanma ihtimalleri gerilim hattını yürüttü.
Bir taraftan işkence sahneleri izlerken diğer taraftan Ofelia'nın peri masalını izlemek...
NE?
Gerçekten izlemesi müthiş keyifli değil miydi?
Kızın tüm bu süreçten farkında olması ama prensesliğini geri kazanma çabası.. Masum bir bakış açısıyla böyle dehşetli bir film izledik... Farklı bir iş.
Şimdi kendimce soğan katmanlarını soyacağımdır;
*Ofelia'nın görevleri:
1. Görevi kurumuş ağacın içindeki kurbağayı öldürmek ve anahtarı almak. Kurbağa, aç gözlülüğüyle herkese yuva olan kocaman ağacı kurutmuş ve ondan beslenmiş. Bu bana biraz kaynakları sömüren ve kuraklığa sebep olan ama asla doymayan insanoğlu gibi geldi.. Sizce?
2. Görevi anahtarı kullanmak, masadaki yiyecekleri yemesi kesinlikle yasak.
Sahnede bir ziyafet sofrası var. Çeşit çeşit ve çok zengin bir sofra. Başında ise bir yaratık ama hareket etmiyor yemiyor bile, zararı yok ama kız ne zaman ki bir tanecik üzüm yiyor o zaman delleniyor, saldırmaya başlıyor. Ee, bu da tüm zenginliğine rağmen asla bir kılını bile vermeyen paylaşmaktan nefret eden insanoğlu gibi değil mi? Yemeğine el uzatılınca bazılarımız gibi ;)
Ya da çok zengin olan bir ülkenin kendi kaynaklarını kullanmayıp (kullanmayı bilmeyip) üstüne kimseye hayrının dokunmaması da olabilir.
"Sen de uydur haa, ne alaka ÅŸimdi" demeyin.
Yani uymuyor mu? Uyuyor.
3. Görevi masum kanı akıtarak krallığına giden boyutun kapısını açmak.
Fakat Ofelia masum kanı akıtmaktansa prensesliğinden vazgeçiyor... Yani bu koltuk sevdası için üzerine basılan, çiğnenen, harcanan masumlara bir gönderme midir? Bence evet.
Ama meğerse görev, zaten masum öldürseymiş başarısız olacakmış, Ofelia kendini feda etmesini bilince işte o zaman ailesine kavuşuyor ve tahta oturuyor.
Olması gerektiği gibi..
Ama gerçekten de o son bir rüya mıydı? Gerçekten Ofelia krallığına boyut açtı mı???
Bana sadece ölmüş gibi geldi. O görü ölmeden önceki bir hayal gibi.. Belki de çocukluğumu kaybettiğim için.. Belki de mantıklı olduğum için.. Çünkü hikaye beni peri masallarına inandıracak bir ilerleyişe sahip değildi. Bunlar olurken bir yandan komutanın yaptığı işkenceleri ve savaş gerilimini izliyordum...
Ama iÅŸte burada bir baÅŸka soru;
Hikayede büyülü olayların gerçek dünyayla bir gitmesi...
Yani o kapı kilitliydi...
Yani annesi hastaydı ama o adamotu sayesinde iyi oldu..
Yani büyü gerçekti..
Yani ölmedi..
Yani prenses kendi krallığında yüzyıllarca hüküm sürdü..
Ve çok mutlu oldu...